İkiyi Bir Etmişler, Aşk Olsun Diye
Sabahın beş buçuğunda teyzemin evinin önünde annemle taksiden iniyoruz. Bahçenin içinden geçip kapıya kadar taşıyoruz çantalarımızı. Hemen dikkatimi çekiyor Portakal Ağacının hareketleri. Ondan, teyzemin uyandığını ve yukarı kattan aşağıya doğru inmeye başladığını haber alıyorum. Derken merdivende terlik sesleri duyuluyor. “Niye aramadınız!? Osman sizi almaya gelirdi.” Annemle teyzem sarılıyorlar, İki kardeşin kucaklaşması Portakal Ağacını acayip neşelendiriyor. Yan gözle izliyorum onu. İzlendiğini çok sonra anlayacak oysa, ona ruhumla yaklaştığımda...
O günü geçiriyoruz teyzemde, sohbetler ediliyor. Osman kuzenim hiç beklenmedik esprilerin efendisidir, eğlendiriyor hanımları. Nereden bulup çıkartıyorsa o sözleri öyle? Bizimkiler ne zaman gülse portakal ağacı kıpır kıpır. Biz gülerken o da bütün varlığıyla gülüşe ortak oluyor. Çevredeki bütün ağaçlardan çok farklı olduğunu gözlemliyorum. Kendime bu farkı keşfetme görevi veriyorum.
Akşamüstü evimize doğru yola çıkmadan önce, bir fırsatını bulup tek başına oturuyorum ağacın altındaki sedire. Önce sadece izliyorum. Bazı duygular kabarıyor aramızdaki boşlukta, bilincim bir yunus gibi sıyrılıp geçiyor aralarından. Biliyorum ki yunuslarım iş başında: bizi birbirimize tanış etmek için gerekli düzenlemeleri yapıyorlar. Nihayet hafif bir silkinmeden hemen sonra sesini ulaştırıyor bana. “Sen” diyor, “bana baktığında sadece bana bakıyorsun. Gözlerinden yüreğine giden yolda hiç bir engel yok. Ne bir düşünce, ne bir yargı, ne bir beklenti... Eski bir dostumu hatırlatıyorsun bana.”
“Bu bir meditasyon tekniği” diyorum, “Hiç olup, olan biteni seyretmek... Senin burada yaptığını yapıyorum aslında. Bu aileyi seyrediyorsun sen! ‘Aşık’ ailesinin kuruluşundan beri burada olmalısın. Bu aileyle bütünleşmişsin, hatta onlara aşık gibisin. Bütün olanlardan haberin vardır eminim. Sana birkaç sorum olacak. Ancak, uzun zamandır bir insanla konuşmamışsın belli ki. Bilindiğini bilmen biraz zaman aldı doğrusu.”
-“Bilindiğimi bilmek mi? Hımmm... Seni gidi seni... Neler bildiğimi sormanın böyle kurnaz yolunu görmemiştim daha önce. Bakıyorum da bu tür iletişimlerden eğlenmeye başlamışsın. Eskiden de derin iletişimler kurardın ama hep bir örtü vardı üzerinde. Sevindim senin adına. Yetenekler onları gizlemek için değil, yaşamı keyifli hale getirmek içindir. Merak etme! Ayrıcalıklar ayrılık yaratmaz. Bütünleşmeyi hızlandırır eğer birliğe hizmet için kullanılıyorsa.
“Tamam!” diyorum içimden. “Okudu beni. Tanış olduk şimdi.” Tam konuya girmeye hazırlanırken...
-“Dayını merak ediyorsun!!!” diyor. Yine bir adım önde benden.
“Evet!!! Sen bir şeyler biliyor musun? –Dayımın bedeni toprağa verildi birkaç ay önce, akıbetini merak ediyorum. Bir hastalık sonucu vefat etti ve acaba ruhu rahatta mı? Umarım rahmeti boldur! Onu rüyalarımda görüyorum, başkalarının cennet meyvesi dediği narlar, üzümler sunuyor bana... Çocukluğumda bizlere bir şeyler aldığında hepsini bana verirdi, ‘Sen diğerlerine paylaştırırsın Çiğdem’ derdi. Ben hediyelerinin aracısıydım. Şimdi yine sunuyor, ne yapmam gerektiğini tam bilemiyorum...”
-“Senin de bildiğin gibi dayın gayet iyi. Ne yapman gerektiğini bilirsin! Yalnızca, İyi bildiklerinden şüphe etme alışkanlığın var! Bunun üzerinde çalışıyorsun. Güzel! Yakında bütün parazitler temizlenmiş olur ve sen aracılığına net duyumlarla devam edebilirsin. Tıpkı, şimdi burada olduğu gibi, istemen yeter: Çağır, o sana gelir.”
Şaşırtıyor beni! -“Ne bereketli ağaçsın; daha sormadan yanıt veriyorsun. Dayımı soruyorum, benim de akıbetimden bahsediyorsun. Sende farklı bir şeyler var. Sadece bir ağaç değilsin sen, öyle mi? Bir ağacın çok ötesindesin? Kimsin sen? Neden ilgim sürekli sana çekiliyor?”
Önce uzun soluklu bir sessizlik... Giderek durgunlaşıyor bütün yapraklar. Sonra bana doğru sıcak bir yel estiriyor. Saçlarımı okşadığını hissediyorum. Kolları bana kadar uzanıyor... Sevgide öylesine cömert ki, bütün yaşamıma yetecek öğütler veriyor: “Senin de öngördüğün gibi, Ben Aşık bir ağacım. Sevgili Çiğdem, aşkı sakın hafife alma. Aşk titreşimleri taşıyan her insan yaşamla aşkın iletişim kurar. Hangi boyutta hangi şekilde olursa olsun birlikteliği hemen algılar. O’nu dile getirir. Etrafına bak ve söyle bana, birliktelikten ifade bulmayan tek bir şey görebiliyor musun? Her şey başka şeylerin birleşiminin ürünüdür. Yaşamın kendisi aşkın ifadesidir. Aşk kullanılan en kadim dildir.”
- Öyleyse, sana göre, ben de bir aşığım ve bu yakınlığımız aynı dili konuştuğumuzdan. Doğru mu?
- Elbette öyle.
Teşekkürle ayrılıyorum huzurundan. Çok büyük saygı duyuyorum O’na. Sanki benim atalarımdan biriymiş gibi hissediyorum... Yol boyunca ağacı düşünüyorum. “O sadece bir ağaç değil” diyorum içimden. “Haklı olduğumu biliyorum, sadece biraz kanıta ihtiyacım var.”
Yaylaya varınca, Ananem karşılıyor bizi. Öpüşüp koklaşmalar bitip de hoşbeşler başlayınca... Soruyorum: “Anane merak ettim! Teyzemin evinin önündeki portakal ağacı var ya hani; o ne kadar güzel bir ağaç öyle. Kim dikti onu? Ne zaman dikti?
Ananem eskilerden konuşmaya bayılır zaten. Yeter ki sor, anlatır da anlatır. Bu da bazen benim işime gelir.
“O ağaç hem portakal, hem limon ağacı. iki tarafı farklı aşılandı. Bir tarafından portakal verir, diğer tarafından limon. Fidanı rahmetli dayın dikti. Osman daha bir yaşındaydı. Aşılarını dilsiz bir adam olan Tat Hakkı yaptı. Her geldiğinde seyrederdi ağacı; “Nasıl acaba, aşıları iyi tuttu mu? Meyveleri iyi veriyor mu?” diye. Yıllar önce Tat Hakkı da vefat etti. Hakk’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun... “
Ağzım açık dinliyorum. Ağacın söylediği eski dost, Tat amca olmalı. Ama ben biliyordum zaten; O, sadece bir ağaç değil! Bak işte! O iki ağaç birden.
Ve şimdi aynı gövdede iki ayrı meyveyi taşıyan bu güzel ağaç, bana birliğin aşk dilinden bahsediyor... “Aşkın dili Hakk’ın dilidir, Öğretebileceklerin ancak öğrendiklerindir” diyor.